Beş altı yaşlarında vardım. Anneme malihülya ne demek, diye sormuştum. Aslında duyduğum her yeni kelimeyi öğrenmeye meraklıydım. Ama bazı kelimeler özellikle dikkatimi çekerdi. Malihülya da onlardan biriydi. Nedense hep mutluluk kelimesi ile ilişkilendirirdim, malihülyayı. Mutlaka bir ilgisi olmalıydı. Annem kendince açıklamalar yapardı, kelime hazinesi oldukça kuvvetli biriydi annem. Gün içinde annemin en çok kullandığı kelimeydi malihülya. Gündüzleri uyuyup uyandığında “Uyumadım, malihülya geçtim.” derdi. Tam anlayamasam da kendimce anlamlar yüklerdim: Mutlu olmaya çalışmak… Mutluluk, uyur gibi yapmak, az uyumak, uyuyup mutlu uyanmak… Kafamdaki anlamları bunlardı aşağı yukarı malihülyanın.
Adeta bu kelimenin peşine düşmüştüm. Annem gündüzleri, her uyuyup uyandığında ne söyleyecek, diye beklerdim. Tam gündüz uykusu içindeyken yakalamıştım bir gün annemi. Yarı uyanık, yarı mahmur bir yüz ifadesi vardı. Tam olarak mutlu bir insanın yüzü de değildi; üzgün bir insan yüzü de değildi, yüz ifadeleri. Anne uyandın mı, dedim. “Uyumadım ki” dedi. Her seferinde böyle derdi zaten. “Uyumadım, malihülya geçtim” dedi. Tam beklediğim an buydu. Hemen atıldım. Anne, malihülya, ne demek? Annem, gözlerini ovuşturarak ”Uyku ile gerçek zaman arasında gidip gelmek, tam uyuyamadan uyur gibi olmak, aklındakileri, yaptıklarını, yapacaklarını tekrarlayarak hayal kurmak’’dedi.
Ben kafamdaki malihülya anlamları ile onun dediklerini karşılaştırıyordum. O, her seferinde olduğu gibi o sırada gördüğü rüyaları da anlatmaya başlamıştı bile. Tam o anda kafamda kocaman bir anlam yumağı oluşmuştu. Rüya da var, bu malihülyanın içinde. Fakat ben mutluluk, safi mutluluk olarak yorumlamıştım, kelimeyi. Oysa rüyalarda kâbus da vardır… Aklıma gelen tüm soruları peşi sıra sordum anneme. En sonunda anlattıklarının ayrıntılarına odaklandım. Annem, gördüğü rüyaların hepsini hayra yorardı. Bazen aklımız almazdı, nasıl yani? Rüyasında gördüğü kötü şeyleri bile annem ballandırarak, tatlandırarak kendi dünyasında inandığı haliyle güzele yorumlayarak anlatırdı.
Gittikçe kafamda şekillendi, malihülya. Bu kelime, anneme ait, sanki onun kendi iç dilinde uydurduğu bir kelime gibi gelmeye başlamıştı artık. Zaten annemden başka da bir tek anneannemde duyuyordum bu kelimeyi. Büyüdükçe bu kelimenin, sadece anneme ait olduğuna kanaat getirdim. Çünkü büyüdükçe kelimelerle ilgili çok şeyi kavrıyor insan. Mesela bazı kelimelerin, bazı insanlara has olduğunu; kelimelerin de aidiyeti olduğunu ve sadece ait olduğu kişide anlam kazandığını. Ya da o kişiye ait yepyeni anlamlara geldiğini…
“Ya da en önemlisi bazı kelimeleri sadece bazı kişilerin yaşattığını…”
Artık kelimenin anlamını elbette biliyorum. Bilindiği üzre Arapça bir kelime malihülya. Anlamları ise kara sevda, kuruntu... Malihülyanın, kara sevda, umutsuz ve güçlü aşk anlamlarını, şimdilik bir kenara bırakırsak psikolojide malihulyanın anlamı; belirli bir neden olmadan kişinin çöküntü durumuna girip, çevreden gelen uyaranlara kapanması, güçlü suç ve günah duyguları içine düşmesi durumudur. Yani melankoli. İnsan en çok yatağa girip, uyumaya çalıştığı zamanlarda melankoli içine düşer.
Peki, annem bu kelimeyi hangi anlamda kullanıyordu?
Çocukları olanlar iyi bilir bu duyguyu: Çocuklarıma eksik oldum, yetersizim hissi. Bu yetersizlik hissi, maddi ve manevi bakımlardan çocuğuma yeterince dokunamıyorum hissidir. Bu durum, her anne babada vardır. Sadece ortaya çıkma nedeni ve biçimi farklı farklıdır. Ekonomik yetersizliğin olduğu bir ailede anne babalar, çocuklarına maddi açıdan yeterli olamadıklarını hissederler. Onlar, her bir şeyi tam anlamıyla çocuklarına alamadıkları hissiyle kendilerini paralarlar. Uzun süre evden uzak kalarak çalışmak zorunda olan anne babalar, çocuklarına yeterli zamanı ayıramadıkları için kendilerini onlara karşı yetersiz, suçlu hissederler. Bu örnekler çoğaltılabilir. Ama temelde bu eksiklik hissinin var oluş nedeni, anne baba olmanın kişilere yüklediği derin sorumluluk hissi ve bu sorumluluk hissinin, neredeyse melankoliye varan aşırı takıntılı hale getirilmesidir. Oysa insan, çoğu zaman eksiktir ve önemli olan var olan şeylerimize odaklanmak ve bunları çocuklarımıza empoze etmektir.
Eksiklik hissi, var olan güzellikleri de görmeyi engeller. Çocuklarını tatile götüremeyen bir baba, çocukların aklında sadece tatil var, zanneder. Oysa çocuk için babasının evde onunla oyun oynaması, en güzel hediyedir. Bir çocuk, ona alınan hediyenin pahalılığı ile ilgilenmez, sadece onunla ilgilendiğinizi gösteren durumlara ve nesnelere odaklanır. Fakat içinde yaşadığımız çevre, anne babayı da bu düşüncelerin gerekliliğine inandırır; yani anne babayı, içinden çıkılamaz melankolik bir döngüye sokar. Oysa içinde olduğumuz her durum ve sahip olduğumuz her şey, bizim kendi ürünlerimiz ve yaşadığımız dünyada kendimizi inandırdıklarımızdır.
Ama anne babalar yapamadığı her bir şey için suçluluk duygusu hissederler. Bu his, onları daha da yanlış yapma durumlarına sokar. Bazıları, suratını asar, bazıları, gözlerini kaçırır. Bazıları konuşmaz. Bazıları kaçar. Ağır suçluluk duygusu içinde çocukla yüz yüze gelmemek için evde çeşitli bahaneler bulur. Tam da burada doğru bir bakış açısı geliştirmeye ihtiyaç var. Bu da malihülya kelimesini tekrar yaşatmak… Bu kelimenin annemin kullandığı haliyle yani hüsnü kuruntu denilen halini yaşatmak… Yani sözlük anlamıyla da “acı veren gerçeklik üzerine odaklanmaktansa “hayal etmesi iyi gelen şeyler üzerine karar verme ve inanç oluşturma” anlamına odaklanmak… Burada hayal etmek kavramını öne çıkarmak gerekiyor. Malihülya, kötü bir şey içinde iyiyi görme, polyannacılık değildir. İyi şeylerin geleceğine inanma sistemidir. Yani insanın, kendi inandıkları şeylerin sonucu ya da bütünü olduğunu görebilmesidir. Bir başka deyişle kendi çekim alanımızı doğru kurgulamaktır.
Annem, bu kelimeyi böyle kullanıyordu bence. Çünkü bu kelimenin içinde birinci anlamıyla aşk, sevda var. Aşk, beklenti ve umuttan beslenir. Aşk, hayal etmenin kendisidir. Aşk insanın inandığı en güzel şeydir. Aslında annem; uyumadım hayal kurdum, var olan; ama göremediğimiz nice güzellikleri, hayal ederek, onların geleceğine inanarak onlarla neler yapabileceğimi arıyorum, diyordu. Bir tür inandıklarına saplanmak haliydi annemde malihülya. Aşk gibi… Aşkın içinde de ağır bir melankolik saplantı vardır elbette. Ağır suçluluk hissiyle çocuklarına yetemediklerine inanan bir inanç sistemi kurgulayan anne babalar çocuklarına elbette ki büyük bir aşk besliyorlar. Onlardaki, kelimenin psikolojideki terimsel anlamına benzeyen bir hal olarak ortaya çıkıyor çoğunlukla. Ancak annemin malihülyası, kelimenin birinci anlamı olan saplantılı aşkın ötesinde aşkın güzelliğine olan inancı idi.
Onun o bitmez tükenmez -kendisinin oluşturduğu- kendi inanç sistemine sadakati; yani malihülyaları, tüm eve yayılırdı. Hep bir şeyler yapma çabası, hep güzelleştirme çabası. Ve onda en çok sevdiğim şey; yaşam biçimine dönüşmüş malihülayalararında sakladığı iyiye inanma enerjisi idi. Büyük ihtimalle annem; kelimeyi, annelerin aşırı sorumluluk hissetmesiyle ortaya çıkan eksiklik hissini bertaraf eden yetersizlik hissinden sizi kurtaracak en doğru şey olan güzele inanmak anlamıyla yaşatıyordu bize. Bir anlamda kelime, annemin havsalasında bir tür şekerleme, anı tatlandırma anlamıyla yaşıyordu. Yani anlam kayması ya da anlam güzelleştirmesiydi annemin yaptığı. Ve bunda büyük bir sadakat göstermek, derin bağlılık duygusu… Aşk yani. Çünkü bunu ömrünün sonuna kadar hep yaptı.
Günümüzde annemin yarı uyanık gündüz kestirmelerine şekerleme deniliyor. Şekerleme de malihülya kadar güzel geliyor bana hep. Bu kelime“Şekerliyorum hayatımı ben, şekerlendiriyorum, şekersiz bir şeye şeker katıyorum. Adeta onu tatlandırıyorum. Yani hayatın içinden malihülayalarla geçiyorum. İyi şeylere inanıyorum ve iyilikten örülü bir inanç sistemi oluşturdum. Böylece inanmadığım bana gelmeyecek.” demek bence.
“Bir anne babanın çocuğuna kazandırması gereken en önemli kazanım bence bu”
İyi anne olmayı, anneliği umutlarla beslemenin bir çocuk için ne kadar gerekli olduğunu artık biliyorum. Çünkü çocuklar “yapamayız” kelimesi yerine; birazdan yaparız, bunu şöyle yaparsak elde ederiz, kelimelerini daha iyi anlayabilirler. Diğer türlüsü onları, kocaman bir umutsuzluğun içine atıp boğuşmasını seyretmek olur.
Büyüdüm, büyüttüm kendimi, filoloji okudum. Artık yüzlerce kelimem var. Hangisini istersem kullanıyorum. Hepsinin doğdukları yeri biliyorum. Fakat bizim evde doğan malihülya kadar güzel bir kelime öğrenmedim hiç. Çünkü hayat, senin inandığın şeydir. İçinde var olan her şey, sen inandığın sürece senin olmaya adaydır ve vakti dolunca sana gelecektir. Hatta daha ötesi sen inandığın şeysin. İnanmasaydık kendimize, bugün elde ettiklerimizin hiçbiri bizimle olmazdı. Başarılarımız, kişiliklerimiz, kimliklerimiz, sevdiklerimiz, dostluklarımız, eşyalarımız, işimiz, ürünlerimiz, eserlerimiz; hepsi biz onlara inandığımız için var oldular hayatımızda.
Hayat bir malihülyadır; yani inanarak hayal ettikleriniz…
Bu yüzden malihülya kelimesini başucunuza yazın ve her başınız sıkıştığında sesli okuyun.
Yorumlar